Akame ga Kill!


Shounen serileri genel olarak iki başlık içinde değerlendiririm. "Mainstream" seriler ve "Unorthodox" seriler. Mainstream seriler bütün shounen klişelerini işleyen tahmin edilmesi genellikle kolay olan Naruto, One Piece ve Bleach gibi örneklerdir. Unorthodox seriler ise, genç yaşta karakterleri ön planda tutmasına, shounen duyguları kabartan temalara sahip olmasına rağmen konusu, işlenişi ve olay örgüsü bakımından çok daha karanlık ve sert olan serilerdir. Shingeki no Kyojin, FMA Broterhood ve Death Note(Evet bu da bir shounen) popüler örnekleri olarak verilebilir.


Bu iki alt kol genel olarak kendi tarzlarının dışına pek çıkmasa da, arada sırada birbirlerinin özelliklerinden azımsanmayacak derecede beslenen seriler çıkar. Buna son dönemlerde verilebilecek en güzel örnek Hunter x Hunter. Başlangıcı ve genel yapısı ile apaçık bir "Mainstream Shounen" olan HxH, olaylar ilerledikçe unorthodox diye tabir ettiğim serilerde kullanılan karanlık ve sert yapıya aşırı derecede büründü ve unorthodox ögeler içeren mainstream bir shounen oldu. Bunun tam karşıtı olarak verilebilecek en güzel örnek ise, uğruna bu kadar uzun bir ön bilgilendirme yazısı yazdığım, bu başlığın esas ilgilenmesi gereken seri olan ve kısa süre önce tamamlanan Akame ga Kill! Evet, Akame ga Kill mainstream ögeler içeren bir "Unorthodox Shounen".


Fırtına gibi başladı Akame ga Kill! Etkileyici giriş bölümü, hızlı ve akıcı ilerleyen hikayesi, gelişimini yaptırmaya bölümler harcadığı temel karakterlerini hiç düşünmeden harcayan acımasız yapısıyla; izlerken geçen zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığımız efsane bir shounen örneğine şahit oluyorduk, ta ki… Animenin manganın senaryosundan ayrılıp kendi orijinal sonuna doğru dönüş yaptığı 20. Bölüme kadar.

Serinin zirve yaptığı 17.bölüm.
Tatsumi'nin gördüğü tablonun vahameti bakışlarına yansıyor.

20. Bölümden sonra, o zamana kadar doğal bir şekilde kendi yolunu bulan bir yapıda ilerleyen hikâye anlatımı aksamaya hatta mantıksızlaşmaya başladı. Öyle ki serinin ünlü acımasızlık konsepti, karakterleri zorlama bir şekilde öldürmeye döndü ve seri ilk 19 bölümdeki etkileyiciliğinin tam tersinde bir felakete dönüşmeye başladı. Alakasız büyük yaratıkların ortaya çıkması, sondan önceki bolümde prensin kullandığı dev “Imperial Arm” ve bu yaratıklara birlikte dalma klişesi gibi saçmalıklarla, Akame ga Kill acınası basit shounenlerle aynı kıvama geldi.


Normalde animelerin orijinal sonla bitmesi, mangaya sadık kalmaması gibi şeyleri çok takmayan birisiyimdir fakat Akame ga Kill’ in manganın yolundan ayrıldıktan sonra yasadığı düşüş önemsenmeyecek gibi değildi. Bu sayede, manganın senaryo kısmına bakan Takahiro’nun hikâyenin doğal gidişatını yakalamada ki hünerini anlamış olduk.

Rüya gibi başlayıp, kâbus gibi biten Akame ga Kill; son bölümün az da olsa toparlamasına ve genel performansına bakılırsa, her şeye rağmen oldukça başarılı bir anime olarak sınıflandırılabilir.




















  • Hikaye anlatımı - 8 -  Akıcı ve izleyiciyi hemen içine çeken başarılı bir anlatım. Nadir de olsa duyguları yansıtmada eksik kaldığı oluyor.
  • Seslendirme - 9 - Yeni ve tecrübeli seiyuu'lar bir araya getirilerek başarılı bir cast oluşturulmuş.
  • Karakterler - 8 - Çok etkileyici karakterler bulunmasa da genel olarak başarılı. Esdeath sürekli abartılarak esas kötü olarak gösterildi ama bende hiç bir zaman o gerçek villain izlenimini oluşturmadı.
  • Sürükleyicilik - 9 - Saçmalamaya başlayana kadar hızlı temposu sayesinde çok sürükleyiciydi.
  • Teknik detaylar - 9 - Animasyon ve çizimler kaliteli. OST bir hayli başarılı. 2. Opening güzel, 1. Opening ve endingler ise vasat.
  • Genel - 8 -

Yorumlar